“Hayata yeniden gelseydim ve hayatta yeniden bir meslek seçmem gerekseydi, hiç tereddüt etmez, reklamcı olurdum. Modern toplumumuzun genel yaşam düzeyini yükseltmekte, ona daha iyi bir gelecek hazır­lamakta, son yarım yüzyıl boyunca reklamcı­lıktan daha etkili ve yararlı bir girişim bulun­duğunu ya da bulunabileceğini sanmıyorum.” (5 Ocak 1980 tarihli mektup, Bir Reklamcı Aranıyor)


Hukuk ve Kriminoloji eğitimi, radyo için hazırladığı sözel röportaj ve gazete başyazarlık çalışmalarını takiben reklamcılık sektörüne adım atan Süheyl Gürbaşkan, hayatı boyunca kendini adayacağı, “engelli koşu” olarak nitelendirdiği mesleğine adım atışıyla ilgili şunları söyler:

“İnsanoğlu reklamcılık mesleğine, bir zamanlar dünyaya yayılan dinleri, mezhepleri ilk seçenler gibi, bir dine, bir mezhebe girercesine, farkında olmadan diyemeyeceğim; fakat ilahî bir gücün etkisiyle, çağrışımıyla, belki elinde olmadan, fazlaca direnemeden giriyor; eskilerin deyimiyle intisap ediyor. Ben, reklamcılık mesleğini böylece, bu yoldan seçenlerdenim. Bir tutkuyla bu mesleğe girdim, bu mesleği seçtim. Eskiden taptığı putları deviren, kıran, yakan Mekke’li bir putperest gibi, sonradan her şeyimi bir yana itip, -sen de biliyorsun, hukuk öğrenimimi, kriminoloji ihtisasımı, hukuk doktoramı, avukatlık ruhsatımı bir rafa kaldırıp- kendimi reklam sanatına, ilmine adadım. Ben reklamcı olmamı, bir Hristiyan ya da bir Müslüman’ın, ana ve babalarının Hristiyan ya da Müslüman olması gibi, ailemin ve çevremin reklamcı olmasına, borçlu değilim. Reklam, başlangıçta benim özgür seçimim ve bugün, ne mutlu ki, özgür geçimim oldu…

Kendimi ilk adadığım günden bu yana, çağımızın bu en güzel, en yeni dininde, mezhebinde, kısaca reklamcılık mesleğinde, -çok şükür, peygamberlik taslayacak kadar aklımı oynatmadım- “inanmış” bir reklam gönüllüsü, âdeta bir reklam misyoneri olarak uğraş verdim, çalıştım. Bilmek, bir duraklamadır. Öğrenmek, bir ilerlemedir. Reklam, ileten, geliştiren, öğreten niteliğiyle, yeryüzünde bugün milyarlarca insana yaşamı için, mutluluğu için daha bir başka şeyler öğretiyor. Milyarlarca insanı, daha başka bir şeyler elde etmeye teşvik ediyor; daha başka bir şeyler peşinde koşturuyor.

Galiba ben de koşmayı, hele engelli koşmayı seviyorum. Ortalama 70, hadi bilemedin 80 yıllık -ve bence pek kısa olan- insan yaşamının daha hızlı akışını sağlamak için neden koşulmasın? Neden bir engeli daha aşmak zevki tadılmasın? Reklam, yaşam koşusunun bazen bir kronometresidir; bazen aşılacak yüksekliği belirleyen bir çıtasıdır.” (3 Aralık 1979 tarihli mektubundan, Bir Reklamcı Aranıyor)

Bu mektubundan yaklaşık 1 ay sonra yine Vura Sözer’e yazdığı mektubunda reklamcı kimliğini kendinde nasıl algıladığını şu cümle ile ifade edecektir:

“Şöyle bir sıralama yapabilirim: Örneğin gazetecilik, ilk mesleğimdi, çoğu kez kara haberciliktir. Avukatlık, ikinci mesleğimdi, dert babalığıdır. Reklamcılık, üçüncü mesleğim oluyor, mutluluk satıcılığıdır.” (31 Aralık 1979 tarihli mektubundan, Bir Reklamcı Aranıyor)