Odun satıcısı bir müşteri

,

Reklama inanmak…

Süheyl Gürbaşkan’ın unutamadığı işlerden biri, bütçesi son derece kısıtlı olan ancak girişimcilik konusunda istekli ve cesur bir odun satıcısı için yaptıkları çalışmalardır. Odunun reklamının yapılması fikrini önce şaşkınlıkla karşılar, ardından müşterisinin düşük bütçesine rağmen bir çözüm bulur. Ardından odun satıcısı bir benzin istasyonu sahibi olacak kadar işlerini büyütür…

“Sinema reklamlarını geniş çapta uyguladığımız yıllardaydı. Haftalık programı yetiştirmek telaşında olduğumuz akşam saatlerinden birinde, büroya bir adam girmiş. Farkına bile varmamışız… Hali, tavrı, kıyafetiyle pek dikkati çekmemiş olacak ki, birinin kendisini karşılamasını, ne istediğini sormasını beklercesine, koridorda, bir kenarda duruyormuş. Ben ilgilendim. “Buyurun, bir arzunuz mu var?..” dedim. “Reklam için geldim. Konuşmak istiyorum…” dedi. Buyur ettim, oturdu… “Benim…” dedi, “karşı tarafta, Kadıköy Yeldeğirmeni’nde bir oduncu dükkânım var. Odun satarım. Havalar birden soğuyacağa benzer… O taraftaki sinemalardan birinde, odunlarımın reklamını yapmak istiyorum. Nasıl bir reklam yapmamı tavsiye edersiniz?..”

Reklamcı olmama rağmen, hayret ettim. Odunun da reklamı yapılsın, görülmüş şey değildi. Fakat, adamın işine gösterdiği ilgi, reklama verdiği önem, bende saygı uyandırdı. O günler, bir sinemada bir haftalık yayın fiyatımız, filmin yapımına göre, 500 ile 800 lira arasında değişiyordu. Sinema sayısı çoğaldıkça fiyat ucuzluyor, sinema başına 350 liraya kadar iniyordu.

“Bu reklam için ne kadar para harcamayı düşünüyorsunuz? Bütçeniz nedir?” dedim. “Yüz lira… Bilemedin iki yüz lira verebilirim…” dedi.

Oysa, yapacağımız filmin, orijinal imalat maliyeti, sinemanın alacağı bir haftalık gösterme ücreti, belediyeye ödenecek vergi, susu busu beş yüz lirayı aşıyordu. Bu parayı veremeyeceği belliydi.

“Bu işin maliyeti beş yüz lirayı buluyor…” dedim; “Fakat, çorbada bizim de tuzumuz bulunsun. İki yüz elli lira verirseniz, size beğeneceğiniz bir film yaparız…”

Kabul etti. O hafta, Opera Sinemasında, güzel bir filmi oynadı. “Sayın Kadıköylüler… Kışlık odununuzu Mustafa Altunel’den alabilirsiniz… Doğru tartı… Evinize teslim… Ucuz fiyatlar… vs.” gibi.

Hafta sonunda tekrar geldi. Filmi çok beğendiğini söyledi. Teşekkür etti. “Acaba..” dedi, “beş yüz lira versem, bu hafta iki sinemada yayınlar mısınız?”

On beş gün sonra yine geldi. “Yayınları beş sinemaya çıkarır mısınız!.. Çok sipariş alıyorum..” dedi.

Özel bir fiyatla bu kez, beş sinemada yayına girdik… Aradan bir ay geçti… Yine geldi. “Yeni bir film yapalım…” dedi; “İşlerim çok iyi gidiyor. Odunun yanısıra, kömür de satmaya başladım. Yeni filmde kömürden de söz edelim…”

Kış biteceğine yakın geldiğinde, işi iyice gelişmiş, odun ve kömür dağıtımına bir de fuel-oil’u eklemişti.

Mustafa Altunel bir yıl sonra, benzin istasyonuyla, fuel-oil ve çeşitli yakacak servisleriyle, Kadıköy’ün kendi konusunda ileri gelen bir iş adamı olmuştu…

Bu gerçek öykü, reklama inanan bir iş adamının geçirdiği aşamaya güzel bir örnektir.” (Rubikon)